Elma Armut
Bütün aşklar tatlı başlar…
Böyle bir şarkı vardı bilir misiniz? Beyaz kelebekler söylerdi. Onlardan dilimize armağan bir tespittir bu… Ancak onlar tespiti yapmış tadında bırakıp gitmişler. Tatlı başlayan bu aşkların çoğunlukla neden hüsranla bittiğine bir açıklama getirmemişler.
Eee her şeyi de Beyaz Kelebekler ’den beklememek gerek değil mi? Başlangıcı onlar söylemiş ise hüsranla bitişleri de başkası açıklasın artık değil mi?
Kim açıklasın, hı? Kim?
Elbette ki ben açıklayacağım:) Şu engin fikirlerimi bir sıralayayım da dudaklarınız uçuklasın.
Bence bütün suç bir benzetmede… Hani şu meşhur söz vardır ya aşkların en başında sarf edilen…
– İnanamıyorum öyle iyi anlaşıyoruz ki biz bir elmanın iki yarısı gibiyiz, her şeyimiz o kadar birbirine benziyor ve uyuyor ki…
İşte bütün suç bu elmada… Ne geliyorsa başımıza bu elmadan geliyor. Bu elma olmasa bizler ömür boyu mutlu mesut yaşayacağız da şu elma var ya elma…
Niye ikiye ayrılırsın, niye bir yarın ben olur, diğer yarın o? Dursana bütün, bütün yerinde!
Siz şaka yaptığımı sanıyorsunuz ama ben gayet ciddiyim.
Emin olun ki bütün mesele işte tam da bu elmada yani bir elmanın iki yarısı olmada. Yarım elma bu, dayanır mı, beş dakika sonra kararmaya başlar, ertesi güne de çürümeye…
Tıpkı bizlerin de tatlı başlayan aşklarda zamanla kararmaya ve çürümeye başlamamız gibi.
Çünkü adı üstünde yarım elma… Yani yarım… Bir başkası ile tamlanmaya muhtaç yarım elma, yarım insan.
Neden bunca yapışıyoruz sevdalarımıza, neden bunca giriyoruz kıskançlık krizlerine, neden bunca mutsuzluk akıyor suratlarımızdan… Niye bu kadar kırılganız, neden bu kadar öfkeliyiz… Neden?
Yarımız çünkü yarım… Ve muhtacız bir diğer yarıya… Tam olabilmek için, ayakta durabilmek için…
Ve ne yazık ki farkında bile değiliz bırakın birleşip tam olmayı, diğer yarı ile yapışıp daha da hızla çürüyüp gittiğimizin.
Onun için sinir olmaktayım bu bir elmanın iki yarısı tanımlamalarına. Olma kardeşim olma bir elmanın iki yarısı olma! O elma olsun sen armut, renk gelsin meyve tabağına…
Hatta sen elma ağacı ol o armut ağacı, her sene yepyeni meyveler dökerek anlam kat varoluşuna, besle kendini ve karşındakini.
Ki bence bununla da yetinme bir dalına erik aşılat, diğer dalına kayısı her yıl değişsin, zenginleşsin iki kişiye ait o meyve bahçesi…
İşte mesele tam da burada kilitleniyor. Yarım elmalıkta… O yarımlığı bir başkası ile tamlamaya çalışmakta.
Yani bunca benzetme ile anlatmaya çalıştığım aslında tam da şu…
Sen tam olursan sevdan da tam olur. Sen kendine emek verip her yıl yenilenirsen sevdan da yenilenir. Sen hele ki kendinden yepyeni benler doğurursan sevdan da her yıl kendinden yepyeni sevdalar doğurur.
Bal yiyen baldan usanırmış…
Adama/ kadına geldiğin gibi kalırsan usanırsın, usanır… Tad kaçar, renk solar… Kaçan tadını geri getirmek için adama/kadına yapışırsın, suçlarsın sen değiştin, artık beni sevmiyorsun, ilgilenmiyorsun diye. Oysa durum tam aksidir adam/ kadın değişmediği içindir bunca sıkıntı bunca bıkkınlık… Neyinle ilgilensin, neyini sevsin? Bin yıldır aynı muhabbet… Ne desin adam/kadın? Sevdiği taraflarını bin yıldır seviyor işte… Yepyeni taraflar yarat kendine sevilmesi için, ilgi çekmesi için…
Bırakın aşkı tazelemek için mum ışıklarında romantik yemek yeme önerilerini, bırakın seksi iç çamaşırı fantezilerini… Bunlar pansuman tedbirlerdir, günü kurtarır.
Ömrü, bir ömürlük sevdaları kurtarmanın yolu ise kendini kurtarmaktan geçer.
Sen hele bir kendini kurtar, kendini yeşert, kendinden meyveler dök, hatta çeşit çeşit meyveler dök de bak gör o zaman tatlı başlayan aşklar tatlı devam etmiyor mu? Adam/kadın seni yeniden yeniden keşfetmek için, fethetmek için aşk ateşi ile yanmıyor mu?
Yanar emin olun yanar… Kim istemez her yıl bambaşka bir adama/kadına dönüşen birine yar olmayı, eş olmayı…
Ha yanmayabilir, bitebilir yine de…
Üzülürsün ama felç olmazsın acıdan, kederden.
Çünkü sen kendini var eden, her dalından bin türlü meyve döken muhteşem bir ağaçsın.
Yaşadığın bu kışın bağrında bahara gebe olduğunu bilirsin.
Kış biter, bahar gelir ve çeşit çeşit meyveye çiçek açmış bir başka ağaç uzatır dalını sana.
İstersen tutarsın dalından ve yepyeni bir halay havası yükselir yüreğinden.
Tey tey tey diye omuz omuza, kol kola çekerken halayını bilirsin ki ondan sana, senden ona yepyeni çiçek tozları bulaşacaktır.
Ve kim bilir belki de yepyeni meyve türleri armağan edecektir insanlığa:)
feray.uz@neoder.org
TEŞEKKÜR EDERİM HACERCİMMMMM:)
elmanın yarısını tamamlamaya çalışırken insan kendisi olmayı unutuyor. zaman geçince bakmışki başka biri…elmanın yarısı olmak bencede çok saçma.yazılarınız çok güzel kalbiniz gibi…
Aslında hepimiz bir yanılgının içindeyiz… Bir başkasını tamlamak ya da bir başkası tarafından tamlanmak gibi bir tuhaf çelişkinin içindeyiz. Oysa aslında hepimiz zaten tamız da tamlığımızın farkında değiliz onun için de bir garip harbe dönüştürüyoruz hayat dediğimiz bu masalı… Bir kısmımız ki genelde kadınlar oluyor bunlar çok büyümüş oluyor bir kısmımız ki erkekler oluyor bunlar da hep ergen kalıyor… Sonuçta da bu manzara ortaya çıkıyor… Ne kadınlar bu kadar büyümüş olsa yani erkeğinin anası olsa ne de erkekler bu kadar ergen olsa ki kadının çocuğu olmaya kalkmasa hepsi bir dengeye gelecek ama… işte aması var:)
Sonuçta öğretmenim sizin
duruşunuz aslında bizim gibi kendi başına ayakta duran bütün kadınların ortak duruşu yani çok normal hem de çoktan çok… Bundan sonrasına herkes kendini tamlayıp çiçekler açtırsın çiçek açmış olanlar da hep birlikte meyvalar döksün:))
Teşekkür ederim Dilekcimmmmmmm…
Hocam güzel sözleriniz için teşekkürler… Yazmak öyle iyileştiren bir büyü ki kendimi tedavi ediyorum ben de kendimce… Ve kitap… Gelecek az kaldı yolda:)
yazdığım yorum kayda geçtimi bilemedim.
Yazıyı okuyunca düşündümde; Ben hiç yarım elma olmamışım. Elmanın rengi değişmeye başlayan kısımlarını hep kendim onarmaya yada rengi değişmesin diye önceden tedbir almaya çalışmışım…. Sanırım ondan beni tamamlayanı değil benim onu tamamlayacağım elmaları aramışım…Ne garip…
Sevgili Feray Uz, yazınız muhteşemdi. Nedense kendimden o kadar çok şey buldum ki. Yazılarınızı her zaman takip edecem. Tebrik ediyor,başarılarınızın devamını diliyorum.
Öncelikle “dergi” düşüncesini ve her bir yönünü beğendiğimi söyleyim..
Feray’ın yazdığını; hele böylesine -essahtan- yazdığını öğrenmek sürpriz oldu!..
Lütfen Feray, lütfen yazmalısın..
Tebrikler.. Yüreğine bereket dilerim ve bu yazılardan oluşan kitap görmek isterim..
Başarılar.. Sevgiler..